Bekir Berat Özipek'in, Serbestiyet sitesindeki "İllüzyon ve gerçek" yazısına cevap
Bundan iki yıl önce
sorulsaydı, Bekir Berat Özipek için, “farklı dünya görüşlerinden olmamıza
rağmen yan yana gelebildiğimiz, barış gibi, demokrasi gibi yüksek değerler için
yan yana mücadele edebildiğimiz, entelektüel vicdana sahip bir akademisyendir”
derdim.
Erdoğan aksırınca zatürre
olan geniş bir yazar, çizer, akademisyen, medya yöneticisi yaşıyor memlekette,
onu biliyoruz. Ama doğrusunu isterseniz, vicdanına güvendiğim bazı insanlara bunu
hiç kondurmadığım için, Bekir Berat Özipek’i hep ayrı bir yerde tuttum.
Ama Gezi öyle bir bozdu ki
kimyasını Erdoğan’ın, ne yazık ki kendilerini tuttuğum o “ayrı yer” Erdoğan
tsunamisiyle haritadan silindi.
Bekir Berat Özipek’in bugün
yazdığı yazıyı okudum, evirdim, çevirdim, tekrar okudum, satırların arasına
filan baktım ama yutamadım. Benim kursağıma dizilen yazı, onun gibi bir adamın
kaleminden nasıl çıktı, anlayamadım.
Yazının başlığı "İllüzyon ve gerçek”. Kendince, ‘Erdoğan karşıtlarının
gerçekmiş gibi sunduğu’ ama illüzyon olduğunu iddia ettiği şeyleri sıralıyor.
Ve asıl gerçek o değil, şu diyor.
Ama yazı, ilk cümleden
itibaren, ağır bir apolojiyle malûl. Tek yanlı propaganda üretme çabasıyla,
entelektüel vicdandan, objektiviteden, hakkaniyetten yoksun.
Gerçek illüzyonlar ve illüzyon gerçekler
Diyor ki, daha yazının
başında (spot olarak burayı seçmişler) “Bugün ‘AKP’dense
şeytanı bile desteklemeye hazır bir medya, akademi ve siyaset unsurları var bu
ülkede.”
Doğru mu? Doğru. Peki şöyle
söylersek:
“Bugün, Erdoğan ne derse desin (iki saat arayla söylenmiş birbirinin tam aksi şeyler bile olsa) desteklemeye hazır bir medya,
akademi ve siyaset unsurları var bu ülkede.”
Yanlış mı Bekir Berat Hocam?
Gerçeğin turasını gösterip, yazısını
sakladığında sadece senin tarafından bakan kişileri kandırmış olursun. Biz buradan bakınca yazısını da görüyoruz, turasını
da. Sen kendi kitlene turadan başka hakikat olmadığını kabul ettirebilirsin ama
biz biliyoruz: Tek yüzlü madalyon yok.
Devam ediyor:
“Çözüm Sürecinde PKK’nın ateşkesi bozması için çok uğraştılar; (…)”
Kim uğraştı? Aynı yazıdan,
senin cümlelerinle itiraz edeyim sana: “Ama bugün, hakikate
şahitlik için yapılması gereken, öncelikle bu savaş kararını mahkum etmektir.
Faili silikleştirmeden, belirsiz öznelerin ardına gizlenmeden….”
İşine gelince özneler belirsizleşebiliyor demek. Peki
ne yaptı bu belirsiz özneler?
Nasıl uğraştılar PKK’nın ateşkesi bozması için? En iyi ihtimalle bir
tartışmanın konusu olabilecek bir iddiayı böyle tek nefeste söyleyip hakikatmiş
gibi sunduğunda, yazının başlığındaki illüzyonları ve gerçekleri nereye
koyacaksın?
“Belirsiz özneler” demişken;
Mersin ve Adana HDP binaları ile birlikte 100’ün üzerinde saldırının,
Diyarbakır ve Suruç katliamlarının soruşturmaları ne âlemde acaba?
Sence “eller tetikten
çekilmeli” diyenler mi uğraştılar ateşkesin bozulması için?
Bu durumda, sağ
elini tabutun üzerine koyup, “Ne mutlu şehit ailesine, Kıyamete kadar sürecek
bu” diyenler de barışın teminatı oluyor, öyle mi Bekir Berat?
“Çoktan
bitmiş bir savaşın hayaletiyle boğuşuyoruz.
Ama maalesef
onun kurbanları gerçek insanlar.
Tabutların
ardından bakan çocuklar da, daha dünyaya bile gelmeden babasını kaybeden
bebekler de gerçek.
Saklandığı
ormanda savaşın devam ettiğini sanan Japon askeri gibi, PKK da kendisini
90’larda zannedip, bugünün siyasi ortamında ‘devrimci halk savaşı’ yapmaya
kalkıyor.”
Son cümleye kadar amenna. ‘Ama kendini 90’larda
zanneden PKK’ya gelmeden bir önceki durağı niye pas geçiyorsun Bekir Berat
Hocam? Seçimlerden önce ve sonra HDP’ye yönelik kaç saldırı yapıldı? Yukarıda
da sordum: Kaçının faili yakalandı? Önlenebilecek kaç saldırı, önlenmedi? 15
gencin slogan atmak için toplandığı yere 150 polis görevlendiren devlet,
Diyarbakır’da, Suruç’ta neden görevini yapmadı? Her iki bombalı saldırıda da
yerlerde yaralılar varken gaz ve TOMA’yla insanların üzerine saldıran polis neden
yok senin yazında? Saldırılarda öldürülen insanların cenazeleri dev gibi gövde
gösterilerine dönüştürülebilecekken… Ortalık küçücük bir kıvılcımla yangın
yerine dönebilecekken… O cenazeler niçin gece yarısından sonra gömüldüler?
(Muhtemelen bizleri kastederek) “O radikal
demokrat sloganların altındaki milliyetçilik, kanlı ve çirkin suratını
gösteriyor.”
O kanlı ve çirkin suratı neden Kürtlere yapılan
saldırılarda görmüyorsun? Yoksul Kürt işçiler her yerde lince uğrarken,
mevsimlik işçi olarak geldikleri şehirlerden sürülürken, kovulurken görmek
istemediğin, o kanlı ve çirkin suratları anmadan söyleyeceğin her
cümle, ancak ve ancak saraya şirin gösterir seni.
Ama vicdanını muktedirin kemendinden kurtarmış hiçbir
Allahın kulunu kandıramazsın: Bu toplum, her sabah televizyonu açtığı andan
itibaren gecenin körüne kadar her dakika, cehennemin dibine kadar her kanalda
görüyor o kanlı ve çirkin yüzü.
“AKP demokrat değil”miş! Sahiden öyle olsa ne
olur? Duyan da PKK insani yardım amaçlı bir sivil toplum örgütü sanır.
Duyan da Türkiye’yi PKK yönetiyor sanır. Devletin, iktidarın suçlarını
teşhir ettiğimiz, görevlerini, yükümlülüklerini hatırlattığımız her yerde önümüze
PKK’yı sürmek ne devleti ve iktidarı aklıyor, ne seni kurtarıyor.
Tam aksini söyleyeyim sana: Sizin gibi devletle, iktidarla kucak kucağa
yaşayan, muktedirin yörüngesinden çıkmayan; bu uğurda bireysel hak ve özgürlükleri
bile çatır çatır çiğneyip sonra da kendine 'liberal' diyen insanlar yüzünden, gerçek liberaller
kendilerine başka ad arıyor.
“Biz Çözüm
Süreci’ni PKK demokrat olduğu için desteklemedik.”
Haklısın. Biz de öyle. Hatta sizden farklı olarak, biz
çözüm sürecini “AKP hükümeti insan haklarına, özgürlüklere saygılı, demokrat bir
iktidar “ olduğu için de desteklemedik. Onun ne olduğunu gayet iyi biliyoruz.
“Her gün bir HDP’li milletvekili indirilmeli” diyen
insanların kılına bile dokunulmadı, AKP’li oldukları için.
Ama salt medyanın dilindeki devletçiliği hicvetmek
için “etkisiz hale getirildi” ifadesini kullanan bir HDP parti meclisi üyesi
tutuklu şu anda.
Ve siz, iktidarınızla birlikte bunu da
destekliyorsunuz. Aksini söylediğin iki twit seni bu sorumluluktan kurtarmıyor.
Liberalizminiz de alaturka!
“Çözüm
Sürecinin sona ermesinde asıl günah ister Hükümete ait olsun ister PKK’ya, bu
PKK’nın savaş kararını meşrulaştırmıyor.”
Bence de meşrulaştırmıyor. Peki, devletin ceberut,
savaşkan, antidemokratik politikalarını meşrulaştırıyor mu? Neden burada
susuyorsun? “… se bile, … sa bile” diyerek adil, vicdanlı, hakkaniyetli bir tutum
takınabilir mi bir insan?
Biz eğip bükmüyoruz. Senin gibi konuşsam, “PKK savaş
kararı alsa bile, bu hükümetin … meşrulaştırıyor mu” demem gerekir, değil mi?
Öyle demiyoruz ama biz:
Her fırsatta söylediğimiz gibi, PKK derhal, kayıtsız
şartsız bütün silahlı unsurlarını Türkiye sınırları dışına çıkarmalı. Üstelik bunu
ne sizin hatırınız için söylüyoruz, ne de can simidi olarak her zorda dört elle
sarıldığınız “Erdoğan nefreti” yüzünden.
Biz, ama’sız, riyasız barış istiyoruz.
Üstelik barışın sadece silahların susmasından ibaret
olmadığını biliyoruz.
Devlet, halkının hizmetkârı olana kadar eğilmeden gerçek
bir barıştan söz edilemeyeceğini söylüyoruz.
Biz ne istediğimizi biliyoruz.
“Yaşananları,
iktidar partisinin tek başına iktidarı kaybetmesinin öfkesi gibi çocukça bir
gerekçeye bağlamak, gerçekle yüzleşmek istememektir.”
Cumhurbaşkanından Başbakana, bakanlara, danışmanlara,
başdanışmanlara, havuz yazarlarına, çift tabancalı bodyguard’larına, dış
kapının mandalına kadar herkesin açıkça itiraf ettiği bir şeyi hâlâ yokmuş gibi göstermeye
çalışıyorsun Bekir Berat. Tayyip Erdoğan’ın Adem’le Havva’dan önce doğduğunu ve
o günden beri başbakan olduğunu zanneden çocuklar bile öğrendi ki, son seçimde
HDP baraj altında kalsaydı, Erdoğan'ın da, Türkiye'nin de tansiyonu yükselmeyecekti.
“Kendisini
Erdoğan düşmanlığıyla zehirlemiş bir gazeteci bunu yapabilir ama Demirtaş’ın
bunu tekrarlaması absürttür.”
Erdoğan düşmanlığı dediğiniz her mevzu, her eleştiri, esasında sizin sorgusuz sualsiz, kayıtsız şartsız "Erdoğan sadakatiniz"in ayna simetrisi. Erdoğan eleştirilerinize tahammül sınırınız, Erdoğan'ın tahammül sınırına endekslenmiş durumda: Yani 0 (sıfır).
Erdoğan düşmanlığı demişken, Levent Gültekin'in 10 üzerinden 10 puanlık "Tayyip Erdoğan düşmanlığı, öyle mi?" yazısı burada duruyor. Üstüne llaf söylemek gereksiz.
Yazının bir yerinde Demirtaş'a gelmemek olmazdı. (Erdoğan nefreti üzerine yaptığınız bütün bilimsel analizleri, bir de Erdoğan yerine Demirtaş koyarak okuyun. Belki işe yarar bir şeyler bulursunuz.)
Varsayın ki, “Saray savaş istiyor.” Sorarlar o zaman
“O istiyor diye siz de yapmak zorunda mısınız?”
Yani diyorsun ki, devlet ve Kürtler 1994’e dönsün, PKK
2014’e.
Olur.
Adına da stratejik serinlik deriz.
Nasıl olsa ölen, bizim çocuklarımız değil.
NOT: İki aylık Asya bebeğin polis babasını öldürmek
cinayettir.
Bir kadının ölü bedenini çırılçıplak sokağa atıp teşhir
etmek, cinayet bile değildir!
“Gerisi boş laf.”