Google’da “Sesimiz Nefesiniz” diye bir arama yaptım, karşıma 5950 sonuç çıktı. Kot Kumlama İşçileriyle dayanışma konserinin adıydı “Sesimiz Nefesiniz”. Abdülhalim Demir ile Mehmet Bekir Başak başta, bütün komitenin hayaliydi bu konser.
Cahit Berkay, Arif Sağ, Mustafa Erdoğan, Anadolu Ateşi, Kardeş Türküler, Mor ve Ötesi, Zeynep Tanbay, Şebnem Sönmez, İclal Aydın, Yasemin Göksu… Aynı gecede, aynı sahneye çıkacaklar… Aynı yöne dönüp, yüksek sesle aynı şeyi söyleyecekler:
“Kot işçilerinin haklı mücadelesini destekliyoruz” diyecekler. “Bu çağda, bu utanca ortak olmak istemiyoruz” diyecekler.
Cahit Berkay, Arif Sağ, Mustafa Erdoğan, Anadolu Ateşi, Kardeş Türküler, Mor ve Ötesi, Zeynep Tanbay, Şebnem Sönmez, İclal Aydın, Yasemin Göksu… Aynı gecede, aynı sahneye çıkacaklar… Aynı yöne dönüp, yüksek sesle aynı şeyi söyleyecekler:
“Kot işçilerinin haklı mücadelesini destekliyoruz” diyecekler. “Bu çağda, bu utanca ortak olmak istemiyoruz” diyecekler.
“Kumlama yöntemiyle kot beyazlatma yasaklansın”, “Bu işte çalışıp silikozis hastalığına yakalananların tedavilerini devlet üstlensin” diyecekler!
“İşçileri ölümcül hastalığa mahkûm eden işverenler, işçilere, ölenlerin ailelerine tazminat ödesin”, “Bu insanlık suçuna göz yuman, izin veren yerel yönetimler ve kamu görevlileri dâhil tüm sorumlular cezalandırılsın!” “Artık kimse kayıtsız, sigortasız, güvencesiz çalıştırılmasın” diye bağıracaklar! “Taleplerimiz karşılanana kadar susmayacağız, durmayacağız!” diye de bitirecekler sözlerini!
Mümkün mü bu sesi Türkiye’nin duymaması? Mümkün mü, Cumhurbaşkanının, Başbakanın, bakanların, milletvekillerinin bu sese kulak tıkaması?
Komiteye ilk katıldığımız günlerde, Kadıköy’de Yeşil Ev’de yaptığımız toplantıda kararlaştırmıştık: “Uzun vadeli bir kampanya tasarlamak ve bu kampanyayı da büyük bir etkinlikle başlatmak gerek. Sonra da sokakta, mecliste, ulaşabileceğimiz her yerde sürdürmek, çoğaltmak, genişletmek lazım kampanyayı.” Önümüze kâğıdı kalemi alıp neler yapabileceğimizi, kimlerden destek isteyebileceğimizi sıraladık. Bir proje olarak, kâğıt üzerinde hiç fena durmuyordu. Biraz tebessüm ederek baktık listeye. Komite üyesi Yasemin Göksu da bizim suratlarımıza baktı tebessümle. Sonradan anladık tebessümünün sebebini.
Ertesi gün sarılıp telefonuna gönlümüzden geçen isimleri tek tek aramış. Sanatçıların hiçbiri ikiletmediği gibi, bir de üzerine teşekkür edenler olmuş, “bizi de bu mücadeleye kattığınız için sağ olun”, demişler.
***
Salon bulamadığımız için, konser tarihini netleştirmek haftalar sürdü. Bir kez daha gördük ki, İstanbul gibi koca bir emekçi kentinde, kapılarını emekçilere açacak salon bulmak çok zor. Sonunda, Beşiktaş Belediyesi 11 Mart Çarşamba gecesi MKM’yi vermeyi kabul etti. Takvime baktık, 15 günümüz var. Afişlerin, biletlerin basımı, dağıtımı, satışı, çeşitli yerlerle imzalanacak sözleşmeler, salonla ilgili teknik ayrıntıların keşfi, ses sistemi, katılacak sanatçıların ses ve ışıkla ilgili teknik taleplerinin tespiti, basın duyurusu, radyo, televizyon, gazetelerle kurulacak bağlantılar ve aklınıza gelebilecek her şey için sadece 15 gün.
Üstelik hiçbirimiz profesyonel organizatör değiliz. İşlerimiz, mesai saatlerimiz filan var. Mecburen öğle aralarına, iş çıkışlarına, uyku öncelerine sıkıştırıyoruz işleri, toplantıları, koşturmaları. Geceleri uykularımız kaçıyor. İşçiler bu geceye umut bağlamış. Biz onlara mahcup olmaktan korkuyoruz, onlar hayal kırıklığına uğramaktan.
Böyle böyle bağlandı günler birbirine.
Ve gün gelip çattı: Uykularımızı kaçıran konser, bir suyun kendi yatağında akıp gidişi gibi geçti. En çok emeği geçenlere teşekkür etmeyi unutmak dışında, büyük bir hata yapmadan bitti gece. Basının, daha günler öncesinden başlayan ilgisi ve teveccühü konserden sonra da sürdü. Radyo ve televizyonlarda, gazetelerde, internet sitelerinde çok geniş yer aldı gece. Ve kot kumlama işçilerinin taleplerini, taksiciden pazar esnafına kadar bilmeyen, duymayan kalmadı.
Şimdi kampanyayı sokağa taşıma vakti. Türkiye Büyük Millet Meclisini harekete geçirmek zorundayız. Adalet Bakanlığını, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığını, Sağlık Bakanlığını harekete geçirmek zorundayız.
Gecikmiş adalet, adalet midir?
Toplumun ilgisini çekmeyi başarabilen kampanyalarda bile temel bir sorun yaşanır hep ülkemizde: Bir olay, bir demeç, bir kaza, bir tartışma, bir anda her şeyi unutturuverir herkese. Ya da bir başka kampanya, daha “acil”, daha “trajik” bir konuyu getirip oturtur gündeme. İnsanların ilgisi başka bir yöne kayıverir. O anda gözden kaçırmamamız gereken çok önemli bir şey var işte:
Biz arkamızı döndüğümüzde, silikozis hastaları iyileşmiş olmayacak. Tıpkı biz onlara yüzümüzü dönene kadar çekip gidenlerin geri dönmeyeceği gibi…
Ama tasalanmayın. Türkiye’nin, döviz kurlarından hızlı değişen gündeminde bile bunu kimseye unutturmayacağız. Beyazlatılmış kotların bedelini, giyenler değil işçiler ödüyor; parayla değil, hayatlarıyla! Ciğerlerine kum bastığımız insanları bu ülkenin unutmasına izin vermeyeceğiz.
O nedenle şimdi bir kez daha hatırlama zamanı:
- Silikozis hastalarının geriye dönük sosyal güvencelerinin verilmesi gerekiyor. Bu işçileri çalıştıran taşeronların ve onlara iş yaptıran büyük firmaların tazminata mahkûm edilmeleri gerekiyor.
- Sorumlu kamu görevlileri hakkında dava açılabilmesi için Hükümetin soruşturma izni vermesi gerekiyor.
- Kamuoyu vicdanında mutlak biçimde haklı ve mağdur olan bu işçiler, haklı olduklarını kanıtlayabilmek için dava açmak zorundalar. Yani, görevini yapmayan devletin eksiklerini kapatmak, bu eksiklerin bedelini hayatıyla ödeyen insanlara düşüyor. Ne var ki, bu insanların mahkeme harcı yatıracak paraları bile yok.
- Adalet Bakanlığı, “adli müzaheret” kararı alarak bu davaları harçtan muaf tutabilir. Dava süreçleri hızlandırılabilir.Unutmayalım ki, seslerini duyurmaya çalışan bu insanlar, bir yandan günden güne ilerleyen ve onları soluksuz bırakan hastalıklarıyla boğuşuyorlar… Bir yandan mahkeme kapılarında “adalet” arıyorlar… “Artık” çalışamadıkları için, okullarını terk etmek zorunda kalan çocukları ayakta tutuyor ailelerini… Kâh kâğıt toplayarak… Kâh yine kot kumlayarak!
Bu kadarı fazla değil mi? Ya adalet için bir şeyler yapacağız ya da kot işçileri ömürlerinden daha uzun sürecek bir hukuk mücadelesiyle karşı karşıya kalacaklar.
Daha başındayız.
Bunu her yerde anlatmak zorundayız.
Vicdanlarımızdaki çığlığı susturmak için değil, birleştirip büyütmek için.
Siz de içinizden yükselen sesi bastırmakta zorlanıyorsanız, serbest bırakın. Gelin, birlikte büyütelim bu çığlığı. Kot Kumlama İşçileri Dayanışma Komitesinin, sizin desteğinize ihtiyacı var.
http://www.kotkumlama.org/ e-mail: info@kotiscileri.org
22 Mart 2009 Tarihli Radikal İki'de yayınlandı.
...
Mümkün mü bu sesi Türkiye’nin duymaması? Mümkün mü, Cumhurbaşkanının, Başbakanın, bakanların, milletvekillerinin bu sese kulak tıkaması?
Komiteye ilk katıldığımız günlerde, Kadıköy’de Yeşil Ev’de yaptığımız toplantıda kararlaştırmıştık: “Uzun vadeli bir kampanya tasarlamak ve bu kampanyayı da büyük bir etkinlikle başlatmak gerek. Sonra da sokakta, mecliste, ulaşabileceğimiz her yerde sürdürmek, çoğaltmak, genişletmek lazım kampanyayı.” Önümüze kâğıdı kalemi alıp neler yapabileceğimizi, kimlerden destek isteyebileceğimizi sıraladık. Bir proje olarak, kâğıt üzerinde hiç fena durmuyordu. Biraz tebessüm ederek baktık listeye. Komite üyesi Yasemin Göksu da bizim suratlarımıza baktı tebessümle. Sonradan anladık tebessümünün sebebini.
Ertesi gün sarılıp telefonuna gönlümüzden geçen isimleri tek tek aramış. Sanatçıların hiçbiri ikiletmediği gibi, bir de üzerine teşekkür edenler olmuş, “bizi de bu mücadeleye kattığınız için sağ olun”, demişler.
***
Salon bulamadığımız için, konser tarihini netleştirmek haftalar sürdü. Bir kez daha gördük ki, İstanbul gibi koca bir emekçi kentinde, kapılarını emekçilere açacak salon bulmak çok zor. Sonunda, Beşiktaş Belediyesi 11 Mart Çarşamba gecesi MKM’yi vermeyi kabul etti. Takvime baktık, 15 günümüz var. Afişlerin, biletlerin basımı, dağıtımı, satışı, çeşitli yerlerle imzalanacak sözleşmeler, salonla ilgili teknik ayrıntıların keşfi, ses sistemi, katılacak sanatçıların ses ve ışıkla ilgili teknik taleplerinin tespiti, basın duyurusu, radyo, televizyon, gazetelerle kurulacak bağlantılar ve aklınıza gelebilecek her şey için sadece 15 gün.
Üstelik hiçbirimiz profesyonel organizatör değiliz. İşlerimiz, mesai saatlerimiz filan var. Mecburen öğle aralarına, iş çıkışlarına, uyku öncelerine sıkıştırıyoruz işleri, toplantıları, koşturmaları. Geceleri uykularımız kaçıyor. İşçiler bu geceye umut bağlamış. Biz onlara mahcup olmaktan korkuyoruz, onlar hayal kırıklığına uğramaktan.
Böyle böyle bağlandı günler birbirine.
Ve gün gelip çattı: Uykularımızı kaçıran konser, bir suyun kendi yatağında akıp gidişi gibi geçti. En çok emeği geçenlere teşekkür etmeyi unutmak dışında, büyük bir hata yapmadan bitti gece. Basının, daha günler öncesinden başlayan ilgisi ve teveccühü konserden sonra da sürdü. Radyo ve televizyonlarda, gazetelerde, internet sitelerinde çok geniş yer aldı gece. Ve kot kumlama işçilerinin taleplerini, taksiciden pazar esnafına kadar bilmeyen, duymayan kalmadı.
Şimdi kampanyayı sokağa taşıma vakti. Türkiye Büyük Millet Meclisini harekete geçirmek zorundayız. Adalet Bakanlığını, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığını, Sağlık Bakanlığını harekete geçirmek zorundayız.
Gecikmiş adalet, adalet midir?
Toplumun ilgisini çekmeyi başarabilen kampanyalarda bile temel bir sorun yaşanır hep ülkemizde: Bir olay, bir demeç, bir kaza, bir tartışma, bir anda her şeyi unutturuverir herkese. Ya da bir başka kampanya, daha “acil”, daha “trajik” bir konuyu getirip oturtur gündeme. İnsanların ilgisi başka bir yöne kayıverir. O anda gözden kaçırmamamız gereken çok önemli bir şey var işte:
Biz arkamızı döndüğümüzde, silikozis hastaları iyileşmiş olmayacak. Tıpkı biz onlara yüzümüzü dönene kadar çekip gidenlerin geri dönmeyeceği gibi…
Ama tasalanmayın. Türkiye’nin, döviz kurlarından hızlı değişen gündeminde bile bunu kimseye unutturmayacağız. Beyazlatılmış kotların bedelini, giyenler değil işçiler ödüyor; parayla değil, hayatlarıyla! Ciğerlerine kum bastığımız insanları bu ülkenin unutmasına izin vermeyeceğiz.
O nedenle şimdi bir kez daha hatırlama zamanı:
- Silikozis hastalarının geriye dönük sosyal güvencelerinin verilmesi gerekiyor. Bu işçileri çalıştıran taşeronların ve onlara iş yaptıran büyük firmaların tazminata mahkûm edilmeleri gerekiyor.
- Sorumlu kamu görevlileri hakkında dava açılabilmesi için Hükümetin soruşturma izni vermesi gerekiyor.
- Kamuoyu vicdanında mutlak biçimde haklı ve mağdur olan bu işçiler, haklı olduklarını kanıtlayabilmek için dava açmak zorundalar. Yani, görevini yapmayan devletin eksiklerini kapatmak, bu eksiklerin bedelini hayatıyla ödeyen insanlara düşüyor. Ne var ki, bu insanların mahkeme harcı yatıracak paraları bile yok.
- Adalet Bakanlığı, “adli müzaheret” kararı alarak bu davaları harçtan muaf tutabilir. Dava süreçleri hızlandırılabilir.Unutmayalım ki, seslerini duyurmaya çalışan bu insanlar, bir yandan günden güne ilerleyen ve onları soluksuz bırakan hastalıklarıyla boğuşuyorlar… Bir yandan mahkeme kapılarında “adalet” arıyorlar… “Artık” çalışamadıkları için, okullarını terk etmek zorunda kalan çocukları ayakta tutuyor ailelerini… Kâh kâğıt toplayarak… Kâh yine kot kumlayarak!
Bu kadarı fazla değil mi? Ya adalet için bir şeyler yapacağız ya da kot işçileri ömürlerinden daha uzun sürecek bir hukuk mücadelesiyle karşı karşıya kalacaklar.
Daha başındayız.
Bunu her yerde anlatmak zorundayız.
Vicdanlarımızdaki çığlığı susturmak için değil, birleştirip büyütmek için.
Siz de içinizden yükselen sesi bastırmakta zorlanıyorsanız, serbest bırakın. Gelin, birlikte büyütelim bu çığlığı. Kot Kumlama İşçileri Dayanışma Komitesinin, sizin desteğinize ihtiyacı var.
http://www.kotkumlama.org/ e-mail: info@kotiscileri.org
22 Mart 2009 Tarihli Radikal İki'de yayınlandı.
...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder