24 Eylül 2009 Perşembe

Siyasete can suyu: “Aranan kan bulunmuştur!”






Hayatın merhametli,
düzenin adaletli,
siyasetin demokratik olduğu bir ülke
hızla uzaklaşırken bizden ve
hayallerimizden…

Siyasete can suyu

“Aranan kan bulunmuştur!”

TRT radyolarından kan anonsları yapıldığı günlerde, başlıktaki anonsu duyana kadar içimiz rahat etmezdi.
Tanımadığımız birilerinin yaşam mücadelesi bizim meselemiz olurdu.
Ne yazık ki, insanların da devlete baka baka gitgide hoyratlaştığı, hoyratlık ne kelime, sokaklarda birbirini doğradığı bir ülke oluyoruz hızla.
Ve bu ülkede siyaset de, genel iklime gayet uygun şekilde, gitgide daha çok tıkanıyor. Hangisi sebep, hangisi sonuç, kestirmek zor...
Siyasetin bu kadar tıkandığı bir dönem, aslında o siyasete can suyu olabilecek yeni siyasal seçenekler için de en elverişli zaman olabilir.
İlkokuldan itibaren ezber edilmiş tüm klişeleri cesaretle yerle bir edecek ve bu ülkeye yepyeni bir siyaset kültürünü de beraberinde getirecek yeni bir siyasal parti, toplumda “aranan kan bulunmuştur” hissini yaratabilir.
Bugünlerde çalışmaları süren yeni girişim, geçmiş yenilgilerin makûs talihini tersine çevirebilir. Ancak bunun için öncelikle, kendine klişelerden kurtulmuş bir dil yaratmak zorunda.
İkincisi, iletişimin merkezine kendini ve kendi söylediği sözü değil, o sözün muhataplarını koymak zorunda. (Bu iki konuyu başka bir yazıya bırakalım.)
Üçüncüsü,
Bu parti tek bir vaatle çıkmalıdır toplumun karşısına.
Bu vaat, yoksulluğu ortadan kaldırmak, işsizliği çözmek değildir. Savaşları durdurmak ya da ırkçılığı sonsuza kadar yeryüzünden silmek; darbelerle hesaplaşıp vedalaşmak da değildir. Ya da eğitimi-sağlığı parasız yapmak, ekolojik yıkımı durdurmak, doğal yaşamı korumak vs. de değildir.
Bu vaat, aslında tek bir cümledir ve "cümle" kelimesinde de mündemiç olduğu üzere, aslında bunların tümünü (hatta fazlasını) içinde barındırır.
"Başka bir dünya"dan muradımız, bütün bir hayat tahayyülümüz bu cümlededir ve bu bizim alamet-i farikamızdır.
Bu parti, topluma, kaybettiği şeyi vaat edecek.
Siyasetin, yargının, polisin, askerin, bir bütün olarak sistemin kaybettiği (aslında hiçbir zaman sahip olmadığı) şeyi vaat edecek.
Önce Karadeniz sahilini yok edip, sonra 3. köprüye yer beğenen; vaktiyle dere yataklarına şehir kurulmasına göz yumup sonra hepimizin gözünün içine baka baka "doğa kendisinden çalınanı mutlaka alır" diyen başbakanların, belediye başkanlarının kaybettiği şeyi vaat edecek.
Darbecilikten ve çetecilikten yargılanan generalleri evlerine yollarken, Erol Zavar'ı, Güler Zere'yi ve nicelerini F tipi hücrelerde tutan adaletin yitirdiği şeyi vaat edecek.
Sefil 367 parodisini bütün topluma hukuk diye kakalayan yüksek yargının kaybettiği şeyi...
Beyaz toroslara bindirilip götürülen ve Abdülkadir Aygan konuşana kadar bir daha kendilerinden haber alınamayan insanların kemikleri topraktan fışkırırken; “Bunlar emperyalizmin Türkiye üzerinde oynadığı oyunlar” deyip buzdan bir heykel gibi oturan solcuların kaybettiği şeyi…
Kazılan kuyulardan çıkan kemiklere “onlar hayvan kemiği” diye arkasını dönen; “onlar hayvan kemiğiyse, 17 bin 500 insanın kemiği nerde?” diye sormayan; “eğer 17.500 kişi kaybolmadıysa o analar 20 yıldır niye sokaklarda?” sorusuna cevap aramayan, “Türkiye’nin aydınlık yüzlü insanlarının” kaybettiği şeyi…
3 Kasım 1996’dan sonra, “Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık” diyerek ışıklarını açıp kapatan ve dönemin Refah-Yol iktidarından Susurluk’u aydınlatmasını isteyen; ama ışıkları açmayı unuttuklarından herhalde, “AKP mi çözecek Ergenekon’u” deyip olan biteni çekirdek çitleyerek izleyen çağdaş arkadaşların kaybettiği şeyi…
Sendikalı işçiyi kapının önüne koyan patronun; işçiyi satan sendikacının; eline gelen manşetlik haberi yaz(a)mayan gazetecinin; başörtülü kızları üniversitenin kapısında aşağılayan rektörün; halkın karşısında o halkın seçtiği belediye başkanını konuşturmayan valinin; işçi kadınları yük arabasında taşıyan insan müsveddesinin yitirdiği şeyi vaat edecek.
Bu partinin Türkiye'ye vaat edeceği tek şey vardır:
Yeryüzünün sırtını döndüğü, unuttuğu, terk ettiği, hor görüp aşağılayarak gözden düşürdüğü bir şeyi yeniden hatırlamak, hatırlatmak, ona itibarını yeniden kazandırmak:
Evet, çok naif, çok safça ama bu, vicdandır, adalet duygusudur, yeni bir ahlâk anlayışıdır.
Vicdan, enternasyonal bir dildir
Bayraklara sarılı tabutları, cenazeleri, taziye çadırlarını, taş atan çocukları, Diyarbakır cezaevini, Esat Oktay Yıldıran adı yazılı anıtları, Orgeneral Mustafa Muğlalı kışlasını...
1 Mayıslardaki devlet terörünü, döve döve öldürdükleri Engin Çeber'i…
Devletin, sigortasız çalıştırılmasına göz yumduğu silikozis hastası kot kumlama işçisine hastanede senet imzalatmasını; kanser ilaçlarını devlet güvencesinden çıkartmasını...
Ormanlar cayır cayır yanarken yangın söndürme uçağı yerine füze alınmasını… 10 yılı kurtarma yalanıyla 10 bin yıllık tarihin suya gömülmesini…
Sokaklarda yatan insanları, çöp toplayan çocukları, yüzlercesini, binlercesini…
Anlamanın da, anlatmanın da en etkili dilidir vicdan. Anlıyorsa sizdendir. Anlamıyorsa zaten ideolojisinin (markasının) hiçbir hükmü yoktur.
Bu toplum, medyada, okulda, üniversite kapısında, devlet dairesinde, karakolda, mahkemede, mecliste, hastanede, cezaevinde, çarşıda, pazarda, kısacası bütün hayatta ikrah getirdiği adaletsizliğin, merhametsizliğin, vicdansızlığın, utanmazlığın karşısına dikilecek bir partiye gönlünü de kapılarını da açacaktır.
Silahlının karsısında silahsızı, malikin karsısında mülksüzü, ezenin karsısında ezileni, çoğunluğun karsısında azınlığı, bağıranın karsısında sessizi savunacağız.
Nevzat Çelik'in “İtirazın İki Şartı” şiirinde söylediği gibi, Türkiye'de Kürt olacağız, Kürtlerde Ermeni; gidip Almanya'da Türk olacağız, Amerika'da Kızılderili...
Ve bunu soğuk, akademik, teorik bir dille değil, yüreğimizden gelen sözle, hançeremizden gelen sesle anlatacağız.
En azından benim için bu partinin anlamı budur.
İnandırabilirsek buna karsımızdaki insanı, bize dönüp sormayacaktır, sağcı mısınız, solcu musunuz, diye.
Sonra koyarız adını istiyorsak.
Hatta yaparız son numaramızı, deriz ki...

"Sürpriz! Sevdalınız komünisttir!”



Yine güzel çizimi için, çok sevgili dostum Aydan Çelik'e teşekkür ediyorum.