27 Ağustos 2015 Perşembe

Devletçi kardeşimle sohbet

"İçine devlet zerk edilmiş bir insana, bir halkın onur mücadelesini anlatamazsınız.
Anlasa devlet anlardı." 

(Bu epigraf olsun. Ben o insanla sohbet etmek istiyorum biraz.)

Seni küçük bir çocukken başladılar zehirlemeye devletçi kardeşim.

Küçücük bir çocukken üzerine üniforma giydirip selam durdurdular; rap rap yürütüp alkışladılar.
Sen bunun matah bir şey olduğunu sandın. Sırayı bozduğunda, arkadaşınla kıkırdadığında kafana yedin tokadı, sustun. Bu tokatla kendine gelecek değildin; çocuktun.

Bir çocuğun içine çocukluktan başka bir şey koyamazsın. Almaz çünkü.
Alıyorsa, çocukluğundan çalıyorsun demektir. Alıyorsa eksilttiğin yere alıyordur.

İşte hepimizin içine çocukluktan itibaren Ant'lar, marşlar, şanlı destanlar, insandan önemli unvanlar, candan kıymetli kavramlar soktular. Böyle böyle, rengârenk bir hayat yeşerecekken içimizde, kapkara bir devletçik inşa ettiler.

Sonra yetinmediler, beynimizi, ruhumuzu ikiye bölüp, bir yarısına o devleti koydular, öteki yarısına da sayısız düşman doldurdular.

Hepimiz tanımadığımız, görmediğimiz, bilmediğimiz insanlardan ve 'şey'lerden nefret ederek büyüdük.

Devlet ne zaman kendi düşmanlarından kurtulmak istese, içimizde büyüttüğü düşmanları sürdü bizim önümüze.

O devlet içimizde durduğu sürece bize huzur yok kardeşim.

Seninle sohbetten muradım da bu.
Belki çıkartabiliriz oradan onu.
Derimizin altına giydirilmiş üniformadan kurtulabiliriz belki.

Şöyle anlatayım:
Üzerinde yaşadığımız topraklarda birkaç tane devlet yok.
Cumhurbaşkanının da her fırsatta söylediği gibi devlet tektir.
Hatırladın mı? "Tek devlet".

Devlet denince gözünün önüne ne geliyor, tam bilmesem de tahmin edebiliyorum.
Bayrak, marş, şanlı tarih, büyük millet...
Önünde bayrak direği, içinde Atatürk köşesi bulunan çok sayıda bina.
Hastane. Okul. Vergi dairesi.
Kanunlar, mahkemeler, cezaevleri, karakollar, kışlalar…
Bayramlar, resm-i geçitler, makam arabaları, korumalar...

Halbuki, Yüksekova'da, Şemdinli'de, Varto'da, Lice'de...
Kısaca Ankara'nın öte yanında, devlet denince insanların aklına sadece uzun namlulu silahlar, Akrepler, TOMA'lar, tanklar, kendilerine nefretle bakan insanlar, küfürler, hakaretler geliyor.

Karışık, değil mi?
Aslında değil. Evet, devlet tek. Meseleyi karıştıran, senin ısrarla  tek devleti savunurken, iyi devlet ve kötü devlet diye iki ayrı devlet algısını yadırgamayışın.

Uzattım, biliyorum.

Depremde, selde, olay mahalline kurtarma ekipleri ve ambulanslardan önce çevik kuvvet gönderen devlet var ya...

Aynı fasıldan, madenlerde, inşaatlarda, fabrikalarda, tersanelerde her gün işçiler teker teker ya da topluca öldüğünde (bak senin hatırın için 'iş cinayeti' demiyorum, sanki fıtratmış gibi yapıyorum) iş verenlerin önünde etten duvar ören, kaybettiği yakını için feryat eden insanları yerlerde tekmeleyen devlet yani.

İşte o devlet haftalardır kendi şehirlerini bombalıyor, insanlarına ateş ediyor, evleri yakıyor, şehirlerin giriş çıkışını kapatıyor, yaralılara giden ambulansların önünü kesiyor, hastane önünde bekleyenleri vuruyor...

Seninle aynı TC kimliğini taşıyan insanlar bunlar. Yanlış anlaşılmasın.

O insanlar üçer beşer ölüyor. Evleri başlarına yıkılıyor. Hayat orada bir türlü akmıyor.

İşte sen içindeki devleti kan ve kinle besleyip büyütüp semirttiğin için oluyor biraz da bunlar.

Haberleri seyrederken sürekli aynı tarafa küfrediyorsun ya...
Bir kez de tersine çevir hikâyeyi.
İçindeki devletle içindeki düşmanın kavgasına bir mola ver.
Bir durdur şunları.
Derin bir nefes alıp, bir daha bak şu olan bitene.
Bir de, seyrettiğin kanalı, okuduğun gazeteyi değiştir bir hafta için.
Sonra bir gel, tekrar konuşalım.

Biz bunu yapmazsak, huzur yok hiçbirimize.

Hadi!

19 Ağustos 2015 Çarşamba

"Gerisi boş laf"

Bekir Berat Özipek'in, Serbestiyet sitesindeki "İllüzyon ve gerçek" yazısına cevap

Bundan iki yıl önce sorulsaydı, Bekir Berat Özipek için, “farklı dünya görüşlerinden olmamıza rağmen yan yana gelebildiğimiz, barış gibi, demokrasi gibi yüksek değerler için yan yana mücadele edebildiğimiz, entelektüel vicdana sahip bir akademisyendir” derdim.

Erdoğan aksırınca zatürre olan geniş bir yazar, çizer, akademisyen, medya yöneticisi yaşıyor memlekette, onu biliyoruz. Ama doğrusunu isterseniz, vicdanına güvendiğim bazı insanlara bunu hiç kondurmadığım için, Bekir Berat Özipek’i hep ayrı bir yerde tuttum.

Ama Gezi öyle bir bozdu ki kimyasını Erdoğan’ın, ne yazık ki kendilerini tuttuğum o “ayrı yer” Erdoğan tsunamisiyle haritadan silindi.

Bekir Berat Özipek’in bugün yazdığı yazıyı okudum, evirdim, çevirdim, tekrar okudum, satırların arasına filan baktım ama yutamadım. Benim kursağıma dizilen yazı, onun gibi bir adamın kaleminden nasıl çıktı, anlayamadım.

Yazının başlığı "İllüzyon ve gerçek”. Kendince, ‘Erdoğan karşıtlarının gerçekmiş gibi sunduğu’ ama illüzyon olduğunu iddia ettiği şeyleri sıralıyor. Ve asıl gerçek o değil, şu diyor.
Ama yazı, ilk cümleden itibaren, ağır bir apolojiyle malûl. Tek yanlı propaganda üretme çabasıyla, entelektüel vicdandan, objektiviteden, hakkaniyetten yoksun.

Gerçek illüzyonlar ve illüzyon gerçekler

Diyor ki, daha yazının başında (spot olarak burayı seçmişler) “Bugün ‘AKP’dense şeytanı bile desteklemeye hazır bir medya, akademi ve siyaset unsurları var bu ülkede.”

Doğru mu? Doğru. Peki şöyle söylersek:

“Bugün, Erdoğan ne derse desin (iki saat arayla söylenmiş birbirinin tam aksi şeyler bile olsa) desteklemeye hazır bir medya, akademi ve siyaset unsurları var bu ülkede.”
Yanlış mı Bekir Berat Hocam?

Gerçeğin turasını gösterip, yazısını sakladığında sadece senin tarafından bakan kişileri kandırmış olursun.  Biz buradan bakınca yazısını da görüyoruz, turasını da. Sen kendi kitlene turadan başka hakikat olmadığını kabul ettirebilirsin ama biz biliyoruz: Tek yüzlü madalyon yok.

Devam ediyor: “Çözüm Sürecinde PKK’nın ateşkesi bozması için çok uğraştılar; (…)”

Kim uğraştı? Aynı yazıdan, senin cümlelerinle itiraz edeyim sana: “Ama bugün, hakikate şahitlik için yapılması gereken, öncelikle bu savaş kararını mahkum etmektir. Faili silikleştirmeden, belirsiz öznelerin ardına gizlenmeden….”

İşine gelince özneler belirsizleşebiliyor demek. Peki ne yaptı bu belirsiz özneler? Nasıl uğraştılar PKK’nın ateşkesi bozması için? En iyi ihtimalle bir tartışmanın konusu olabilecek bir iddiayı böyle tek nefeste söyleyip hakikatmiş gibi sunduğunda, yazının başlığındaki illüzyonları ve gerçekleri nereye koyacaksın?

“Belirsiz özneler” demişken; Mersin ve Adana HDP binaları ile birlikte 100’ün üzerinde saldırının, Diyarbakır ve Suruç katliamlarının soruşturmaları ne âlemde acaba?

Sence “eller tetikten çekilmeli” diyenler mi uğraştılar ateşkesin bozulması için? 

Bu durumda, sağ elini tabutun üzerine koyup, “Ne mutlu şehit ailesine, Kıyamete kadar sürecek bu” diyenler de barışın teminatı oluyor, öyle mi Bekir Berat?

“Çoktan bitmiş bir savaşın hayaletiyle boğuşuyoruz.
Ama maalesef onun kurbanları gerçek insanlar.
Tabutların ardından bakan çocuklar da, daha dünyaya bile gelmeden babasını kaybeden bebekler de gerçek.
Saklandığı ormanda savaşın devam ettiğini sanan Japon askeri gibi, PKK da kendisini 90’larda zannedip, bugünün siyasi ortamında ‘devrimci halk savaşı’ yapmaya kalkıyor.”

Son cümleye kadar amenna. ‘Ama kendini 90’larda zanneden PKK’ya gelmeden bir önceki durağı niye pas geçiyorsun Bekir Berat Hocam? Seçimlerden önce ve sonra HDP’ye yönelik kaç saldırı yapıldı? Yukarıda da sordum: Kaçının faili yakalandı? Önlenebilecek kaç saldırı, önlenmedi? 15 gencin slogan atmak için toplandığı yere 150 polis görevlendiren devlet, Diyarbakır’da, Suruç’ta neden görevini yapmadı? Her iki bombalı saldırıda da yerlerde yaralılar varken gaz ve TOMA’yla insanların üzerine saldıran polis neden yok senin yazında? Saldırılarda öldürülen insanların cenazeleri dev gibi gövde gösterilerine dönüştürülebilecekken… Ortalık küçücük bir kıvılcımla yangın yerine dönebilecekken… O cenazeler niçin gece yarısından sonra gömüldüler?

Haftalardır ormanları kül eden yangınlar piknik ateşinden mi çıktı? Türkiye’nin doğusunda kaldığı için her gün sessiz sedasız cenazesi gömülen çocuklar, kan davasında mı öldürüldü? Sınırda bekletilen cenazeleri hangi savaş hukukuna dâhil edebilirsin? Hangi dine? Hangi vicdana? Ya kurşuna dizilen katırlar? Özel güvenlik bölgeleri? Sokağa çıkma yasakları? Milletvekilleri dışında kimsenin sokulmadığı; bombalanan, kurşun yağmuruna tutulan, alev alev yanan şehirler? Bunlardan sonra sen kendini 2015’te hissedebiliyor musun?




(Muhtemelen bizleri kastederek)  “O radikal demokrat sloganların altındaki milliyetçilik, kanlı ve çirkin suratını gösteriyor.”

O kanlı ve çirkin suratı neden Kürtlere yapılan saldırılarda görmüyorsun? Yoksul Kürt işçiler her yerde lince uğrarken, mevsimlik işçi olarak geldikleri şehirlerden sürülürken, kovulurken görmek istemediğin, o kanlı ve çirkin suratları anmadan söyleyeceğin her cümle, ancak ve ancak saraya şirin gösterir seni.

Ama vicdanını muktedirin kemendinden kurtarmış hiçbir Allahın kulunu kandıramazsın: Bu toplum, her sabah televizyonu açtığı andan itibaren gecenin körüne kadar her dakika, cehennemin dibine kadar her kanalda görüyor o kanlı ve çirkin yüzü.

 “AKP demokrat değil”miş! Sahiden öyle olsa ne olur? Duyan da PKK insani yardım amaçlı bir sivil toplum örgütü sanır.

Duyan da Türkiye’yi PKK yönetiyor sanır. Devletin, iktidarın suçlarını teşhir ettiğimiz, görevlerini, yükümlülüklerini hatırlattığımız her yerde önümüze PKK’yı sürmek ne devleti ve iktidarı aklıyor, ne seni kurtarıyor.

Tam aksini söyleyeyim sana: Sizin gibi devletle, iktidarla kucak kucağa yaşayan, muktedirin yörüngesinden çıkmayan; bu uğurda bireysel hak ve özgürlükleri bile çatır çatır çiğneyip sonra da kendine 'liberal' diyen insanlar yüzünden, gerçek liberaller kendilerine başka ad arıyor.

“Biz Çözüm Süreci’ni PKK demokrat olduğu için desteklemedik.”

Haklısın. Biz de öyle. Hatta sizden farklı olarak, biz çözüm sürecini “AKP hükümeti insan haklarına, özgürlüklere saygılı, demokrat bir iktidar “ olduğu için de desteklemedik. Onun ne olduğunu gayet iyi biliyoruz.
“Her gün bir HDP’li milletvekili indirilmeli” diyen insanların kılına bile dokunulmadı, AKP’li oldukları için.
Ama salt medyanın dilindeki devletçiliği hicvetmek için “etkisiz hale getirildi” ifadesini kullanan bir HDP parti meclisi üyesi tutuklu şu anda.

Ve siz, iktidarınızla birlikte bunu da destekliyorsunuz. Aksini söylediğin iki twit seni bu sorumluluktan kurtarmıyor.

Liberalizminiz de alaturka!

“Çözüm Sürecinin sona ermesinde asıl günah ister Hükümete ait olsun ister PKK’ya, bu PKK’nın savaş kararını meşrulaştırmıyor.”

Bence de meşrulaştırmıyor. Peki, devletin ceberut, savaşkan, antidemokratik politikalarını meşrulaştırıyor mu? Neden burada susuyorsun? “… se bile, … sa bile” diyerek adil, vicdanlı, hakkaniyetli bir tutum takınabilir mi bir insan?

Biz eğip bükmüyoruz. Senin gibi konuşsam, “PKK savaş kararı alsa bile, bu hükümetin … meşrulaştırıyor mu” demem gerekir, değil mi?
Öyle demiyoruz ama biz:
Her fırsatta söylediğimiz gibi, PKK derhal, kayıtsız şartsız bütün silahlı unsurlarını Türkiye sınırları dışına çıkarmalı. Üstelik bunu ne sizin hatırınız için söylüyoruz, ne de can simidi olarak her zorda dört elle sarıldığınız “Erdoğan nefreti” yüzünden.

Biz, ama’sız, riyasız barış istiyoruz.
Üstelik barışın sadece silahların susmasından ibaret olmadığını biliyoruz.
Devlet, halkının hizmetkârı olana kadar eğilmeden gerçek bir barıştan söz edilemeyeceğini söylüyoruz.

Biz ne istediğimizi biliyoruz.

“Yaşananları, iktidar partisinin tek başına iktidarı kaybetmesinin öfkesi gibi çocukça bir gerekçeye bağlamak, gerçekle yüzleşmek istememektir.”

Cumhurbaşkanından Başbakana, bakanlara, danışmanlara, başdanışmanlara, havuz yazarlarına, çift tabancalı bodyguard’larına, dış kapının mandalına kadar herkesin açıkça itiraf ettiği bir şeyi hâlâ yokmuş gibi göstermeye çalışıyorsun Bekir Berat. Tayyip Erdoğan’ın Adem’le Havva’dan önce doğduğunu ve o günden beri başbakan olduğunu zanneden çocuklar bile öğrendi ki, son seçimde HDP baraj altında kalsaydı, Erdoğan'ın da, Türkiye'nin de tansiyonu yükselmeyecekti.

“Kendisini Erdoğan düşmanlığıyla zehirlemiş bir gazeteci bunu yapabilir ama Demirtaş’ın bunu tekrarlaması absürttür.”

Erdoğan düşmanlığı dediğiniz her mevzu, her eleştiri, esasında sizin sorgusuz sualsiz, kayıtsız şartsız "Erdoğan sadakatiniz"in ayna simetrisi. Erdoğan eleştirilerinize tahammül sınırınız, Erdoğan'ın tahammül sınırına endekslenmiş durumda: Yani 0 (sıfır).

Erdoğan düşmanlığı demişken, Levent Gültekin'in 10 üzerinden 10 puanlık "Tayyip Erdoğan düşmanlığı, öyle mi?"  yazısı burada duruyor. Üstüne llaf söylemek gereksiz.


Yazının bir yerinde Demirtaş'a gelmemek olmazdı. (Erdoğan nefreti üzerine yaptığınız bütün bilimsel analizleri, bir de Erdoğan yerine Demirtaş koyarak okuyun. Belki işe yarar bir şeyler bulursunuz.)


Varsayın ki, “Saray savaş istiyor.” Sorarlar o zaman “O istiyor diye siz de yapmak zorunda mısınız?”

Yani diyorsun ki, devlet ve Kürtler 1994’e dönsün, PKK 2014’e.

Olur.

Adına da stratejik serinlik deriz. 

Nasıl olsa ölen, bizim çocuklarımız değil.


NOT: İki aylık Asya bebeğin polis babasını öldürmek cinayettir.
Bir kadının ölü bedenini çırılçıplak sokağa atıp teşhir etmek, cinayet bile değildir!

“Gerisi boş laf.”