02 Şubat 2011 Çarşamba
Tunus ve Mısır’ı izliyoruz ibret ve hayranlıkla. Arada bir de dönüp kendimize bakıyoruz. Orada olmayı ne çok kişi istiyor bugünlerde…
Hâlbuki orası, burasıydı. Burası da orası olur mu, kim bilir?
Biraz gündemden ve Arap devriminin ateşinden uzaklaşıp, gene kendi sıkıcı dünyamızdan küçük bir hikâye paylaşayım sizlerle.
Sene 2004. NATO zirvesi İstanbul’da yapılacak. Bütün Türkiye, 2003’te bir soykırım gibi başlayan Irak işgalinden ötürü ABD’ye ve Başkanı Bush’a korkunç öfkeli... 'Gelme Bush' mitingleri düzenleniyor, Türkiye’nin her köşesinde.
Bu arada, İstanbul Radyoevinde çalışan TRT personeline bir haber geliyor: “Radyoevi, NATO Zirvesinin basın merkezi olarak kullanılacak. TRT personelinden de sadece görevli olanlar girebilecek binaya. Dolaplarınızı düzenleyin, güvenlik nedeniyle arama yapılacak!”
Binamıza el konacak, üstelik de silahlı NATO örgütünü bizim gibi azılı yayıncılardan korumak için dolaplarımız aranacak!
Biz ne yapsak diye düşünürken, polis, 8 TRT çalışanını karakola götürmek üzere binaya gelmiş. Dönemin Bölge Müdürü Orhan Ertanhan da “Ben görüştüm, güvenlik sorgulamalarında isim benzerliği filan varmış, bir gidip gelin” deyince, biz polislerle birlikte Harbiye Karakoluna gittik.
Orada çaylı kahveli misafirlik, birden “nezarethaneye buyur edilmeye” dönüştü. Düpedüz gözaltına alınıyorduk!
O 8 kişi içinde, iki kişi sendikalıydı: Ben KESK Haber-Sen İşyeri Temsilcisiydim, bir arkadaşımız da Türk Haber-Sen üyesi.
KESK Genel Sekreteri ve MYK üyeleri ile KESK Avukatı bir saat içinde karakola geldiler. Bütün basın örgütleri ayağa kalktı. Karakola ve amire telefonlar yağmaya başladı. Karakol Amirinin cep telefonunu duvarda parçaladığına şahit olduk. Birkaç saat sonra çoğumuz bırakıldık. En uzun kalan kişi, Türk Haber-Sen üyesi arkadaşımızdı. KESK’in avukatı gece geç saatlere kadar o arkadaşımızın sorunuyla da ilgilendi. Bizim için hangi sendikaya üye olduğu değil, uğradığı haksızlıktı çünkü önemli olan.
Türk Haber-Sen ise ortada yoktu...
İki gün sonra TRT önünde bir basın açıklaması yaparak olayı protesto ettik.
Türk Haber-Sen yine yoktu.
Ardından binamızın NATO karargâhına dönüştürülmesi ve dolaplarımızın aranmasına karşı, çalışanlar ve üyelerimizle acil bir toplantı düzenledik.
Türk Haber-Sen o toplantıda da yoktu.
Toplantıdan, çok yaratıcı bir eylem kararı çıktı. Ancak toplantıdan 20 dakika sonra bana da “acil” ve “30 gün süreli” bir Erzurum görevi çıktı. Görev emrinin altında Haber Dairesi Başkanı Tuğrul Utku’nun imzası vardı. Görev öyle acildi ki, 16.50’de tebliğ edilen görev emrinde, ertesi sabah 08.30’da Erzurum’da olmam isteniyordu. Ama bu nasıl bir aciliyet ise, kurumun bana uygun gördüğü yol aracı uçak değil, otobüstü.
Açıkça sürülmüştüm. Hem gözaltı, hem basın açıklaması, hem dolaplarımızın aranmasına karşı gösterdiğimiz “örgütlü” tepki, Kurum yönetimini rahatsız etmişti. Ve NATO zirvesi boyunca “ortalıkta” olmam sakıncalı görülmüştü.
Bunun üzerine Sendikamın Genel Merkez Yöneticileri Ankara’da Haber Dairesi Başkanı Tuğrul Utku ile görüşmek üzere TRT Genel Müdürlüğüne gittiler. Fakat Tuğrul Utku, Sendika yöneticileriyle görüşmek bir yana, “Odamı teröristler bastı” diyerek TRT binasına polis çağırdı.
Sendikal haklardan bihaber toy karakol polisleri de üç sendika yöneticisini yaka paça gözaltına almaya kalktı. Olay, sendikalar masasından gelen tecrübeli polisler ile avukatımızın araya girmesiyle çözüldü.
Ama o gün, TRT’de faşist bir baskının en ağır şekilde hissedilmeye başladığı kara bir gün olarak hafızalara yerleşti.
Günlerdir bunca olay olurken hiç sesi soluğu çıkmayan "yetkili sendika", birden bire ortaya çıkıvermişti: Türk Haber-Sen, TRT Genel Müdürlüğü önünde olayları protesto eden bir basın açıklaması yaptı.
O basın açıklamasında Türk Haber-Sen'in Genel Başkanı İsmail Karadavut kimi protesto etti biliyor musunuz?
Bir hafta önce, üyelerini gözaltına alanları, binamızı NATO’nun işgaline açanları, onursuz bir biçimde dolaplarımızın aranmasına göz yumanları, bir sendikanın iş yeri temsilcisini sürerek sendikal mücadeleyi baltalamaya çalışanları, sendika yöneticilerini yaka paça kendi iş yerlerinden attırmaya çalışanları mı?
Hayır…
Türk Haber-Sen Genel Başkanı İsmail Karadavut, kendi sahip çıkmadıkları üyelerini karakolda yalnız bırakmayan…
NATO’nun binamızı işgal etmesine karşı çıkan…
Dolaplarımızın aranması gibi onur kırıcı bir davranışa karşı toplantı düzenleyen, eyleme kalkışan…
İş Yeri Temsilcisi hukuksuz ve ahlâksız bir biçimde sürülen…
Bu sürgüne karşı TRT Haber Dairesi Başkanı ile görüşmeye giden ama kendilerine terörist muamelesi yapılan Sendikayı, KESK Haber-Sen’i protesto etti!
İşte Türkiye’den hazin bir sendika öyküsü…
Şimdi, TRT çalışanları ve TRT’nin “Yetkili” sendikası başka bir sınavla karşı karşıya:
Geçen ay 30’un üzerinde TRT çalışanı sürüldü. İçlerinde TRT’nin el üstünde tutması gereken, uluslararası başarılara imza atmış deneyimli kameramanları vardı.
İçlerinde, Türkiye’ye televizyon yayıncılığını öğretmiş, ömrünü bu kurumda çalışarak ve üreterek geçirmiş ve emekliliğine birkaç ay kalmış kıdemli emektarlar vardı.
İçlerinde TRT adına savaş bölgelerinde, doğal afetlerde, toplumsal olaylarda görev yapmış, canlı yayın ve haberleriyle TRT’yi başarıyla temsil etmiş muhabirler vardı…
Kimi bizim sendikamızın üyesiydi, kimi Türk Haber-Sen’in… Bazılarınınsa hiçbir sendikayla ilgisi yoktu. Ama bir gün ellerine tutuşturulan tayin emriyle, hayatları alt üst oldu.
Ankara, İstanbul ve İzmir’de, eş zamanlı, büyük protestolar yaptık. 'Sürgünleri durdurun!' dedik.
Yetkili sendikadan, tam da eylem yaptığımız gün zavallı bir açıklama geldi:
“Genel Müdürle görüştüm, tayinleri durdurdum…”
Derken, geçen hafta yeni bir sürgün haberi aldık:
KESK Haber-Sen Genel Merkez Yöneticisi Osman Köse, 20 yıldır görev yaptığı Ankara’dan Mersin’e “tayin edildi”!
20 yıldır sendikanın, sendikal dayanışmanın ne olması gerektiğini gösteren KESK’in bir üyesi olarak merak ve ibretle izliyorum: Türk Haber-Sen Genel Başkanı İsmail Karadavut’tan BU KEZ bir ses çıkacak mı?
Daha önemlisi: Şu ana kadar bu konuda tek ses çıkarmayan Türk Haber-Sen’e ve Genel Başkanına, kendi üyelerinden ve TRT çalışanlarından bir tepki gelecek mi?Tunus, Mısır, Yemen, Suriye tahlillerine ondan sonra bakarız…
(*) Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük’ten:
sanduka Ar. ¹and°®a a. (sandu'ka) Mezarın üzerine yerleştirilmiş, tabut büyüklüğünde tahta veya mermer sandık: “Sandukanın yeşil çuhasına başını dayadığında, sanki bir el saçlarını okşayıp teskin edecekti onu.” -A. Kulin.
sendika Fr. syndicat a. (sendi'ka) İşçilerin veya işverenlerin iş, kazanç, toplumsal ve kültürel konular bakımından çıkarlarını korumak ve daha da geliştirmek için aralarında kurdukları birlik: “Sendikaya kayıtlı olan işçiye grev destekçisi olmak sendika emriydi.” -L. Tekin.